Odamın tavana yakın küçük bir penceresi vardı. Hemen pencerenin dibinde de boyuma göre küçük yatağım.
O pencere Urfa'nın Ulu Cami'sine bakardı.
Oradaki minare, eskiden bir kilisenin çan kulesiymiş. Geniş gövdeli, uzun ve başında fötr şapka olan bir dev adam gibi gelirdi bana.
Küçük penceremden içeri, minarenin ışıkları vururdu.
Sabahları ise ezan sesi gelirdi.
*
Urfa'da her müezzin, ezanı ayrı bir makamdan okur. Rast, saba, mahur, hicaz, hüzzam...
Belki de yeryüzünün en güzel sesli ezan okuyanları oradadır. Aslında birer gazelhan ve müzik adamı olan müezzinler, çıktıkları minarelerden sanki yarışırlardı.
Ezan saatlerinde Urfa'nın dumanlı seması inanılmaz bir müzik şöleninin yankıları ile dolardı..
Bakırcılar Çarşısı'ndaki çekiç sesleri susar, deveciler develerinin yanına çöker, evlerde camlar aralanır, bir kent sessizleşip ezanını dinlerdi.
Benim küçük penceremden gelen ezan sesi hüzzamdı.
Bir zaman o sesle uyandım.
Küçük gözlerimi kısıp, yüreğimde kopan küçük küçük fırtınaları o hüzzam ile süsledim.
*
Sonra...
Büyük kentlerde o ezan sesinden eser yoktu.
Minarelerin dört bir yanına astıkları teneke hoparlörlerden çıkan, metalik ve cızırtılı o boğuşma, ya da feryat sesi, aslında bizim ezanı katlediyordu.
Çocuklar korktular.
Bir yerde müezzin, hoparlörün sesini iyice açıp iyi bir canhıraş kükreyişle bağırmaya başlayınca, zaten büyükler de ‘‘Uçak düştü'' diye oradan kaçtılar.
Birçok yerde ezan sesi sorunu yok mu?..
Ama aynı toplum, Urfalı İbrahim Tatlıses'in, bu ramazanda ekranda okuduğu ezanı dinlemek için akşamı iple çekiyor.
*
Güzel sesle ezan okumak, kendine özgü giderek yeniden şekillenen Anadolu İslam kültürünün bir parçası olmalı.
Niçin güzel sesli müezzinler bulup, küçük penceresi olan çocuklara ulaşmıyorlar?..
Ezanlar niçin rast değil, mahur değil, hüzzam değil?..
Niçin minik minik gözler kupkuru?..
Bu büyük kentlerde niçin ezanlar ezan değil?..